George Orwell İngiliz yazar ve
düşünür. Orwell’ın hayat serüvenine baktığınızda hem 1. Dünya Savaşı’nı hem de
2. Dünya Savaşını görmüş ve aradaki dönemde ve sonrasında da Avrupa’nın
Karanlık Çağı’na şahitlik etmiştir. O yüzden doğaldır ki yazarın pek de iyimser
bir yaklaşımı olduğu söylenemez. Çünkü onun zamanında Almanya Hitler’le, Rusya
Stalin’le, İtalya Mussolini ile kavrulmakta ve kıta bunların kıskacında
neredeyse can vermektedir. Biraz daha ileri gittiğinizde ikiye bölünmüş bir
dünya; kapitalizm ve komünizm çatışmasından çok daha ileri boyutta bir sürtüşme
ve iki kutuplu dünya. Berlin Duvarı yalnızca şehri ya da kıtayı ikiye bölmüyor;
zihinleri, yaşayışları ve tüm bir insanlığı da bıçak gibi ayırıyor.
George Orwell’ın kitabı bir
ütopyayı anlatıyor ama bu bildiğimiz ütopyalara benzemiyor. Bir karşı-ütopya
denebilir. Mesela Francis Bacon’un Atlantis’i çok iyimser ve bilim-teknik ve
kültürel anlamda mükemmel bir kıtayı anlatır ama Orwell’ın ütopyasında dünya
çok kötü ve yaşanmaz bir yerdir.
Kitapta dünya 3 ülkeye
bölünmüştür; Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya. Başkahraman Smith ise bu dünyada hala bir
şeyleri sorgulayan bir Okyanusya vatandaşı. Smith diğer herkes gibi dış partinin
bünyesinde çalışan bir işçi. Ona öğretildiğine göre yapması gereken tek şey de
budur zaten. Evlenmek, âşık olmak, sevişmek ve hatta yazmak ve okumak da
yapılmaması gerekenler listesindedir. O yüzden gizli bir günlükle başlar kitap.
Ve şu söz çok dikkat çekici; Özgürlük 2 kere 2nin 4 ettiğini söyleyebilmektir.
Evet, bu dünyada hiçbir şeyden emin değilsinizdir ve Parti ne derse odur.
Kitapta tele-ekranlardan
bahsedilir. Bunlar her vatandaşın evinde olması gereken ve asla
kapatamadığınız, sizi 24 saat izleyen ve sürekli beyninizi uyuşturacak derecede
Parti propagandası yapan bir araçtır. Günümüzde bu araç çok da hayali olmasa
gerek.
Smith Gerçek Bakanlığında eski
gazete ve dergilerle ilgilenen bir bölümde çalışmaktadır. İşi eski yazıları
değiştirmek. Örneğin Parti 2 yıl önce gelirlerin %50 artacağını söylemiş mesela
ama artış %30 oranında kalmış. İşte Smith’in işi iki yıl önceki tüm
yayınlardaki bu oranı gerçekleşen orana çekmektir. Böylece dün değişmiş
olacaktır ve Parti asla yanılmamıştır. Gerçek Bakanlığının görevi yalan
söylemek, Barış Bakanlığının görevi savaş dizayn etmektir.
Kitapta verilen temel mesajlardan biri de
zaten “geçmişe hükmeden yarına da hükmeder.” anlayışıdır. Günümüzde de insanlara geçmişin kötü olduğu
gösterilerek yapılan tüm iyi şeylerin günümüzde olduğu anlayışı
öğretilmektedir.
1984’den bahsedip de Büyük
Birader’den bahsetmemek olmaz. Büyük birader kitaba göre Partinin kurucusudur
ve yegâne kahramandır. Orwell belki de Büyük Biraderle dönemin diktatörlerine
güzel bir gönderme yapmıştır. Din yoktur
onun yerine her şeyi bilen ve Okyanusyalıları sefaletten ve “burjuvaziden”
kurtarmış olan Birader vardır. Her yerde resmi vardır ve iri gözleriyle her
zaman sizi izler. Böylece Parti hiç zahmet etmeden sizi ve zihinlerinizi
kontrol altına almıştır.
Kitap dönemi itibariyle çok
sert bir Komünizm ve daha da özelde bir Stalinizm eleştirisi olarak
değerlendirilebilir fakat bence yazar bunu o kadar dar kapsamlı düşünmemiş.
Geçmişinde yazarın sosyalist olduğu da göz önüne alınırsa kitap sade bir
komünizm eleştirisinden ziyade bir totaliter rejim eleştirisi yapmaktadır.
Örneğin İngiltere gibi kapitalizmin doğduğu ve işçi ayaklanmalarının en sert
bastırıldığı ülkede sosyalizmin imgelenmesi buna iyi bir kanıttır.
George ORWELL’ın bu okunası kitabı
aslında biz 21. yüzyıl insanına pek uzak değil. Ele geçirilmiş ve düşünmeyen,
sorgulamayan, sorgulamayı bir hastalık olarak dikte eden Parti’nin yönetiminde
bir dünya, sürekli kontrol edilen insanlar hiç birimize uzak değil. Sadece
ceplerinize ya da masa üstlerinize biraz daha dikkatli bakın.